\r\n
Değerli dostlar, önceki yazımızın sön bölümünü, “Girit’te bunların yaşandığı dönemde siyasi ve sosyal çalkantı içindeki Avrupa’nın ekonomisi de altüst durumda idi.” cümlesiyle bitirmiştim.
Kaldığımız yerden devam edelim.
Avrupa yeniden kuruluyor; yeni ittifaklar oluşturuluyordu. Bu ittifaklar nedeniyle 1821’de Mora Yarımadasında başlayıp Girit’e sıçrayan isyan, Avrupa’dan çok destek buldu. Bu desteğin siyasi yanı olduğu gibi kültürel yanı da vardı. Rönesans’la birlikte Batıda antik Yunan hayranlığı başlamıştı.
Rumların camilere, tekkelere, çiftliklere, vakıflara saldırmasını; Türk köylülerini öldürmesini Avrupa seyretti. Kılı kıpırdamadı. Can güvenlikleri kalmayan köylerdeki Müslümanlar, şehirlere göç etti. Ancak Rumlar şiddeti her geçen gün arttırdı. Osmanlı, Mısır’daki Kavalalı Mehmet Ali Paşadan yardım alarak ayaklanmayı ancak 4 yılda bastırabildi. Cephe savaşları için eğitilen askerler küçük çetecilerle başa çıkmakta zorlanmıştı.
İsyanın bastırılması ve Osmanlının Doğu Akdeniz’e tekrar hâkim olma ihtimali, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın hoşuna gitmedi. Bu üç devlet, Sırbistan’da ve Romanya’da olduğu gibi Osmanlıdan Yunanlılara, prenslik vermesini istedi. Avrupa’da da büyük bir kamuoyu baskısı vardı. Şair Lord Byron, ressam Delacroix, yazar Victor Hugo gibi aydınlar eserlerinde Yunan isyanına destek çıktı.
Kuşkusuz mesele, sanatçılarla çözülmedi. İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Mora’daki Navarin Limanındaki 57 Türk gemisini batırıp sekiz bin Mehmetçik’i şehit ettiler. Avrupa Konseyi ve Osmanlı şaşkındı. Ne yapacağını bilemedi.
Osmanlı, Yeniçeri Ocağını daha yeni tasfiye edip Asakir-i Mansure-i Muhammediye teşkilatını kurmuştu. Savaşacak askeri gücü yoktu. Sonuçta Yunanistan’ın bağımsızlık talebinden vazgeçmesi ve kendisine her yıl belli miktarda vergi vermesi karşılığında, Mora Yarımadasında Yunan Prensliği kurulmasını kabul etti.
Aradan çok geçmedi. Rusya da Osmanlı’ya iki yandan saldırdı. Erzurum’u, Edirne’yi aldı. İngiltere ve Fransa, Rusya’nın ilerleyişinden memnun olmadı. Taraflar bir masa etrafında buluştu.
Buradan ne karar çıktı dersiniz?
Yunanistan’ın bağımsızlığı!
Enosis (birleşme) için ilk adım atılmış oldu… Girit Rumları fırsatı kaçırmadı. Yunanistan’la birleşmek için hemen ayaklandılar. İsyan bu kez çabuk bastırıldı. Rumlar Avrupa’dan da gerekli desteği bulamadı. Çünkü emperyal devletler, hasta adam Osmanlıyı nasıl paylaşacakları konusunda henüz hemfikir değillerdi. Öyle ki Osmanlı; İngilizlerin ve Fransızların Avrupa Konseyi’ne alınma sözüyle Rusya’ya savaş açtı. Ruslar da sıcak denizlere inme hülyasından hiç kopmadı. Giritli Rumların umudu da Rusların bu hülyasıydı… Her fırsatta ayaklandılar ve her isyanda bir siyasi hak elde ettiler.
Nasıl mı?
Açılımın birinci aşaması:
Genel af çıkarıldı.
Ruslar, dindaşları Yunanlıları, İngilizlere kaptırmamak için, Çar II. Aleksander’ın yeğeni Grand Düşes Olga’yı Yunan Kralı Georgios ile evlendirdi. Bu düğünde bir dedikodu çıktı. Ruslar çeyiz olarak Girit’i Yunanlılara verecekti! Dedikoduya o kadar inanıldı ki Girit’in fanatik milliyetçi dağlıları Sfakyalılar, Mihail Korakas önderliğinde ayaklandılar. 16 Ağustos 1866’da Selino kazasındaki Müslümanları, kadın çocuk demeden öldürdüler. Osmanlı ordusu çetecilerin peşine düştü. Tam isyanı bastıracakken İngiltere ve Fransa devreye girdi.
Teklifleri şuydu:
Girit Yunanlılara verilemezdi, ancak Osmanlı da Girit Açılımı yapmalıydı.
Nasıl olacaktı bu açılım?
1. İlk şart, askeri harekât hemen durdurulmalıydı.
2. Ayrıca silah bırakacak isyancılar için umumi af çıkarılmalıydı. (Bu ifadeler, bir yerden tanıdık geliyor mu? Devam edelim.)
3. Girit yoksuldu, ada halkı iki yıl vergiden muaf olmalıydı.
4. İdari reformlar da yapılmalıydı. Padişahın atayacağı valinin biri Türk, diğeri Rum iki yardımcısı olmalıydı.
5. Ayrıca resmi yazışmalarda Türkçe zorunluluğu kaldırılmalıydı.
Osmanlı, bu açılımı kabul etti. Türkler rahatladı, köylerine ve mezralarına döndü.
Müslümanlar, “Bu açılım ne kadar güzelmiş!” demeye başladı.
Yazının devamında ilginç şeyler de var.
\r\nMustafa ATALAY
\r\n\r\n
\r\n